Onur Şenli’nin ölüm haberini TRT Türk Halk Müziği sanatçısı, dostu Ali Gürlü duyurdu. Gürlü sosyal paylaşım sitesinde yayımladığı mesajda şu görüşlere yer verdi;
“İzmir Radyosu sanatçılarından Kıymet Unutma Şenli'nin eşi, Dr.Onur Şenli bu sabah hakkın rahmetine kavuştu. Allah rahmet eylesin. Mekanı cennet olsun.
Can kardeşim Kıymet'e, yakınlarına, sevenlerine sevdiklerine baş sağlığı ve sabır diliyorum.”
Onur Şenli, “Agora Meyhanesi" şiirinin yanı sıra, “Çocuklar Bütün Yıllar Sizindir”, “Nostalji ya da Sular ve Yüzün”, “Otel Ayrılığın Öbür Adıdır” gibi önemli şiirlere de imza attı. Şenli’nin bir çok şiiri de büyük bestekarlar tarafından bestelendi.
Arkadaşımız İbrahim Tığ’ın Şubat 2017 tarihinde, İzmir’de Onur Şenli’nin evinde kendisiyle yaptığı söyleşiyi yayınlıyoruz.
'Burası Agora Meyhanesi, burada yaşar aşkların en şahanesi, en divanesi' şarkısını kim bilmez. Peki ya bu sözleri kimin yazdığını? Bu sorunun cevabı birincisi kadar kolay değil. Üstelik Zeki Müren'den Behiye Aksoy'a pek çok ünlünün seslendirdiği bu şarkının sözlerini herkes kendince değiştirmiş, yeni mısralar ekleyip çıkartmışsa.
Müzeyyen Senar, Zeki Müren, Behiye Aksoy, Nesrin Sipahi, Adnan Şenses, Gönül Yazar, Muazzez Ersoy gibi pek çok ünlü sanatçı repertuvarında yer alan ve 7’den 70’e herkesin dilinde pelesenk olan “Agora Meyhanesi” adlı şiirin sahibi Dr. Onur Şenli’yi Bornova’daki evinde ziyaret ettim.
Bugün 77 yaşında olan Onur Şenli’nin eşi Kıymet Unutma Şenli de emekli TRT sanatçısı ve aynı zamanda TRT’nin ilk bağlama çalıp okuyan sanatçısı unvanına sahip.
Onur ağabeyle keyifli bir söyleşi yapmanın mutluluğunu yaşıyorum. Rahatsız olmasına rağmen sorularımı samimi, içten bir dille yanıtladı. Beni anıları arasında keyifli bir yolculuğa çıkardı, harika sesinden dinlediğim şiirlerle de büyüledi. Kendisine teşekkür ediyorum.
∂ Bize biraz kendinizden söz eder misiniz, kimdir Onur Şenli?
-1 Ocak 1940 tarihinde Adapazarı’nda doğumdum. Ama herhalde babamın işi nedeniyle olsa gerek, Çivril (Denizli)’de eczacı kalfası olduğu için, nüfus kağıdıma 29.1.1940 diye yazdırmış. Anne tarafım Uşaklı. Yine babamın iş durumu herhalde bozuktu ki, 5 yaşımda, 10 kardeş olan teyzelerimden en büyüğü öğretmen Uşak’a yanlarına almışlar beni. Ben ailenin ilk torunuyum. Dolayısıyla ben 6 yaşında ilkokulu ve orta 1.sınıfı Uşak’ta okudum. Buradan da ailem beni Afyon’a yanlarına aldı. Afyon’da da Lisesi’nde orta 2-3 ve lise 1-2.sınıfları okudum. Lise 2. Sınıfta kaldım, kaldığım derslerden biri de edebiyattı.
10. Türkiye Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, daha sonra Muazzez Abacı ile evlenen Avukat Atilla Kurtbaş sınıf arkadaşlarım oldu. Lise 2.sınıfta edebiyat dersinden kalınca ilkokulu yanında okuduğum Nakiye teyzem beni İstanbul’a yanına aldı. Vefa Lisesi’nde okurken Malatya’da doktor olan dayım Mehmet Şahin İzmir’e gelir. Beni çok sevdiği için lise son sınıfta beni İzmir’e yanına aldı.
İzmir’de Namık Kemal Lisesi’ni bitirdim.
∂ Doktor olmaya nasıl karar verdiniz peki?
-Lise son sınıfta aslında edebiyat bölümünde okuyordum. O zamanlar teknik üniversiteler önemliydi. Dayım ısrarla ‘oğlum sen şiir miir yazıyorsun, ne işin var teknik üniversitede, sen tıbbiyeye gir.’ diye tutturdu. İtirazım kabul görmedi. Ege Üniversitesi Tıp Fakültesine girdim ve iyi dereceyle mezun 1977 Eylül mezunuyum ben. Ankara’ya gittik. Bakanlıktan Muş’un Kızılağaç diye bir sağlık ocağını bulduk. Patnos’a yakın. Tren yolu filan geçiyor. O zaman Aydın Yakut ile mektuplaşıyoruz. O da Patnos’ta görev yapıyor. Ona yazdım, Aydın sana yakın bir yere geleceğim. Mecburi hizmet filan yok o zamanlar. Vangölü Turizm’e bindim, görev yerimi görmek için. Otobüste şoförle dost olduk. Şoför bana, ‘Doktor bey bu otobüs benim, benim köyümde de 5 senedir doktor yok. Bu otobüs Muş’ta durmaz, Van’a gidiyoruz’, dedi. ‘İyi’ dedim, Van’a gittik. 10 Kasım 1977’de ilk resmi görevime Van’da başladım. Şoför Seydi’nin köyü deniz (orada göle deniz derlerdi) kenarına çok yakın ve Van’a 42 kilometre uzaklıkta idi.
Bu arada Uğur Dündar geldi röportaj yaptı benle. “Yaşadığımız Günler” adlı program yapıyordu. Siyah beyazdı o zaman televizyon. Yaşlı bir müdürümüz geldi yanıma, ‘Benim’ dedi, ‘bir sağlık ocağım var 14 yıldır hiç hekim gitmedi oraya, sen gider misin?’ diye sordu. ‘Ben giderim’ dedim. Orada da askerlik yakama yapıştı. Artık ben askere gitmeye karar verdim. Çünkü artık o müdür beyde gitmişti. 2 senelik Mecit Çalışkan diye militan bir MHP’li doktor da o aralar benle uğraşıyordu. Ben İran hududundayım, iki de bir lüzumlu-lüzumsuz beni Van’a çağırıyor kar kış kıyamet.
Bir gün Van’da bir müzenin gösteri bölümünde müdür beyle oturuyoruz, Urartu Medeniyeti ile ilgili bir belgesel varmış 20 dakikalık. ‘Doktor bey’ dedi. ‘Vilayetten ikide bir telefon ediyorlar, belgeseli seyredelim oradan meyhaneye kaçarız.’ dedi. Yukarı çıktık. Müdür, Vali beyle tanıştırdı beni. Müdür bey, Valiye dedi ki; ‘Çok sevdiğim, çok çalışkan bir doktorum var, ama maalesef askerlik yakasına yapıştı. Vali Doğan Pazarcıklı’ydı. Vali, ‘Müdür bey, yakaladığımızı alıyoruz içeri’ diye bir laf etti, ashabım bozuldu. Film tam başlamak üzereyken ben müdür beyle oturan vali beyinde duyacağı bir ses tonuyla, ‘Müdür bey sizi tenzih ederim ben böyle bu durumda film filan seyretmem’ deyip kalkıp gittim. Ben Şair Eşref ve Neyzen hayranıyım hiciv konusunda. “Eşref a sakın ola gam çekmeyesin / Senden sonra da değişmedi dünyanın hali / eskiden valiler bir dangalakmış şimdi de dangalaklar olmuş vali.’ dedim.
Sonra müdür bey yanıma geldi. ‘Çok ayıp etti müdür bey vali’ dedim. Bu olay üzerine bu dörtlüğü yazdım, dedim. Baktı. Dörtlüğü benden istedi, vermedim sonra kendisine yollayacağımı söyledim.
Bir hafta geçti geçmedi yine müdürle yalnız içiyoruz. Çapraz karşımızda üç kişi; savcı, vali bey, birisi daha içiyorlar. Mekanın sahibi geldi, ‘Vali bey çağırıyor abi sizi’ dedi. Kalktım gittim. ‘Beni çağırmışsınız, beni emretmişsiniz sayın valim’ dedim. ‘Benim dangalak olduğumu nerden biliyorsun’ gibisine bir laf etti. ‘Kendiniz söylüyorsunuz’ dedim. ‘Yahu, siz Agora Meyhanesi’nin şairiymişsiniz.’ dedi. ‘Evet’ dedim. ‘Bir kadeh beraber içer miyiz?’ dedi. ‘Rüşvet olur’ dedim, ‘Ben kendi kadehimi alırım, müdürümden de izin alır, gelirim.’ dedim. Gittim kadehimi alıp geldim. Sonra bir muhabbet. Aynı şeyleri vali beyin kendisine de söyledim. Ve 25 yıl doktorluk yaptım. Mesleğimi her zaman çok sevdim.
∂ Agora Meyhanesi şiiriniz nasıl ortaya çıktı?
- Fakülte bünyesinde Neşter isimli edebiyat dergisi çıkıyordu. Bu dergiye şiirler verirdim. Sevgilime yazdığım mektuptan bu şiirimi İngilizce bir isimle “The Night, Wine and Love” (Gece, Şarap ve Aşk) başlığıyla Neşter Dergisi’ni hazırlayan Oktay Dikmen’e ulaştırdım. Dikmen de, başlığın uzun olması, mizanpajda sorun yarattığı gerekçesiyle şiirin içinde tekrarlanan Agora Meyhanesi’ni başlık yapmış. Dergi matbaaya baskıya gittiğinde aynı matbaada basılan Ege Ekspres Gazetesi’nde sanat yazıları yazan Şadan Gökovalı, tesadüfen şiirimi görüp çok beğendiği içinde gazetesindeki sayfasına taşmış. Böylece şiirim, Neşter Dergisi’nden önce gazetede yayımlandı. Daha sonra şiir ülke genelinde büyük bir beğeni topladığı için tekrar yayınlanmasını isteyenler olmuş, bir çok sanat, edebiyat dergilerinde yayınlanmış haberim olmadan.
∂ Bu şiiri yazarken nasıl bir duygu içindeydiniz?
- 19-20 yaşlarındaydım. Dayım Devlet Demiryolları’nın Basmane Kısım Hekimiydi. Ben onun yanında okurken annem ile babam Afyon’dan İzmir’e yıllık izine geldiler. Şiirimi yazdığım hanımefendinin ailesiyle benim annem babam çok iyi dostlarmış ama kopmuşlar. Nereden laf açıldıysa babam o ailenin de hemen ilerideki blokta oturduğunu öğrendi. Lojmanda onları ziyarete gittik. Görüşmeler böyle sürüp giderken hanımefendiyle aramızda bir göz aşkı başladı. Aşkımız devam ederken yaz tatili geldi ve ailesiyle birlikte kampa gitti. Sonra bir yanlış anlaşılma ile benim gar müdürünün kızıyla görüştüğümü sandı. Bir daha cama çıkmadı. Ben de ona bir mektup yazmaya karar verdim. Ve başladım;
Sana bu satırları
Bir sonbahar gecesinin
Felç olmuş köşesinden yazıyorum.
Beş yüz mumluk ampullerin karanlığında
Saatlerdir, boşalan kadehlere
Şarkılarını dolduruyorum,
Tabağındaki her zeytin tanesine
Simsiyah bakışlarını koyuyorum
Ve kaldırıp kadehimi
Bu rezilcesine yaşamların şerefine içiyorum:
Burası Agora meyhanesi
Bur da yaşar aşkların en madarası
Ve en şahanesi...
Burası Agora meyhanesi
Bir tek iyiliğin tüm kötülüklere
Meydan okuduğu yer.
Burası Agora meyhanesi,
Burası kan tüküren
Mesut insanların dünyası...
∂ Şiirin şarkıya dönüşme hikâyesini de anlatır mısınız?
- 1968’in sonlarına doğru bir arkadaşım şiirimin şarkı olduğunu, Gönül Yazar'ın plak çıkardığını ancak benim ismimin geçmediğini söyledi. Hemen sonra gazetelere verilen ilanda İsmet Nedim’in bestelediği parçanın sözlerinin oyuncu Suphi Kaner'e ait olduğu yazıyordu. Avukat arkadaşlarımızla görüşüp dava açtım. Dava sonucu müteselsil borçlu olarak Gönül Yazar, 66 bin lira maddi ve manevi tazminat ödedi.
Bu şarkı o kadar tutuldu ki. Ben iyi bir Türk Sanat Müziği dinleyicisi olarak o şarkıyı çok fazla beğenmem. Bana göre fazla oynak bestelenmiş. Bunda seslendirenlerin de hatası var. Zeki Müren'e gelinceye kadar herkes yanlış okudu. Ses cümlesiyle şiir cümlesi uyumu olmadan okudular. İyi bir beste değil. Şiirin tamamını okuduğunuz zaman bunu görürsünüz. Şarkıdan nakaratı çıkarırsanız şiirden bir şey kalmıyor ki.”
∂ Gerçekte Agora Meyhanesi var mıdır? Neden Agora Meyhanesi?
-Şiirde anlatılan Agora Meyhanesi bir hayal ürünü. Gazetecilik yaparken Agora Semtindeki kokoreççi meyhanelerine takılırdım. Basmane Camisi’nden Hatuniye Camisi’ne giderken sağlı sollu meyhanelerdi bunlar. Ama tabelasında Agora Meyhanesi yazan bir yer yok. Geceleri bekçi düdüğü sonrası bu meyhanelerin kepenkleri indirilir içeride şiirler okunurdu. Çok sonraları İstanbul'da bir taksi şoföründen Agora Meyhanesi isimli bir meyhane olduğunu duydum. 2006 yılında bir toplantı sırasında rahmetli Aysel Gürel'e sordum. O da Balat'ta tarihi bir Agora Meyhanesi olduğunu ancak kapandığını söyledi. Merak edip gittim. Anahtarını bularak içeri girdim. İçeri girince çok şaşırdım. Şiirde anlattığım gibi 8 köşeli bir meyhaneydi. Bir tabela buldum üzerinde 1890 yazıyordu. Varlığını bilmediğim bir meyhaneyi yazmış olmama hala çok şaşırıyorum.
∂ Agora Meyhanesi’ni bir çok sanatçı kasetlerinde, plaklarında okudu. Siz, en çok kimin sesinden dinlemeyi seviyorsunuz?
- Tek bir isim var; Zeki Müren. Müzik cümlesiyle şiir cümlesini en iyi örtüştüren Zeki Müren’dir. Kendisiyle tanışma fırsatım oldu. Bana ‘Agoracığım’ diye hitap ederdi. Ünlü olmayı hiç sevmedim. Gazetecilik yaptığım dönemde ünlü insanların hayatını görünce haklı olduğumu anladım. Zeki Müren ile yaptığım röportajda bana yatmadan önce içtiği ilaçları gösterince ne kadar yalnız olduğunu gördüm ve kendimi bir kez daha haklı gördüm. Ünlü olmak beni hep itti, hep kaçtım.
∂ Şiir kitabı çıkarmayı hiç düşünmediniz mi?
- Onur Şenli: Düşünmedim, düşünmem. Şu anda bile ‘Agora Meyhanesi’ isimli bir kitap çıkarmak isteyen yayınevleri var. Yahya Kemal, ‘Ben arkasında şu kadar kuruş yazılı şiir kitaplarında, kitapçı vitrinlerinde okuyucu beklemem. Benim şiirimi okumak isteyen arar bulur’ demiş. Ben de böyle düşünüyorum.
∂ Büyük bestekâr Avni Anıl’ın sizin 2 şiirinizi beste yaptığını biliyoruz, nasıl gelişti bu?
-Sene 1973. Bir yaz sıcağıydı. İzmir Radyosunun kapısındayız. Ben ikinci eşi Ayşe Yazgan’dan boşanma şahidiyim Avni ağbinin. Anlaşmalı boşanmaydı zaten. “Müdür” dedi, “Bu kadınlar lügatlarından ‘hayır’ kelimesini çıkarttılar. Hangisine ne desem ‘evet’ diyorlar. Ben de eşimden ayrıyım, Ozan isminde bir oğlum var. Onun oğlunun adı Ezgi. Bu konuşmadan sonra ısrarla bana şunu söyledi; ‘Bak Onurcu’ğum sakın sipariş kabul etme. Sen güfte şairi değilsin, biliyorum. Ama içinde Ezgi kelimesi geçen bir dörtlük düşürürsen kafamda nefis hüzzam nağmeler var, dedi. Ayrıldık. Akşam eve gittim, bunun üzerine:
“Ömrümüzün son saati çalmadan gel ne olur
Sensiz yorulan şu kalbim durmadan gel ne olur
Yaşamak ezgisini sevdâmızla söyleyelim
Hala seviyor mu diye sormadan gel ne olur.” diye yazdım. Ertesi günde kendisine verdim. Nasıl sevindi, nasıl sevdi!..
Aradan üç-beş gün geçti, geçmedi, yanına uğradım. O şarkım bitti dedi. Ve ölünceye kadar da en hızla yaptığım şarkım bu derdi. Aradan bir süre daha geçti. Bir dörtlük daha verdim ona.
“Biz bu sâhillere, nice sevdâ denizinden geldik
Şu inleyen gönülden, dinmeyen hüzünden geldik
Boşuna değil kederlerle böyle dost oluşumuz
Bu göz yaşı deryâsına o güzel yüzünden geldik”
Bu dörtlüğümü de Kürdili Hicazkâr makamında besteledi.
∂ Atilla İlhan’la güzel bir dostluğunuz olduğunu biliyorum. Nasıl bir insandı?
-Ben gazetede çalışırken, Atilla ağbi de Demokrat İzmir diye bir gazetede çalışıyordu. Sol ve Halk Partisi eğilimli bir gazeteydi. Bu gazetenin Genel Yayın Müdürüydü, gazetelerimizin arası 400 metreydi. Şadan (Gökova) TRT’ye geçince, ben yönetiyordum ‘Gençlerle Başbaşa’ sayfasını. Daktilo ile yazılmış uzun bir şiir geldi. Aydın Yakut imzalı. Bunun bir iki şiirini yayınladım. Bunun üzerine Atilla bey aradı. “Onurcuğum bu Aydın Yakut’u nereden buldun?” dedi. “Abi, Halilrıfatpaşa adresli şiirler gönderiyor bize.” dedim. “Aman, peşini bırakma” dedi. “Kimse bu çocuk iyi şair” dedi. Ogünlerde Ahmet Araç diye bir edebiyat öğretmeni arkadaş, “Seni Aydın Yakut” diye birisi arıyor,dedi. Ben de, “Nerde bu adam geçen gün onu bana Atilla İlhan sordu” dedim. “Hilal’de başçavuş” dedi, “Niye gelmiyor?” dedim, “O senden çekiniyor, işte gazetecisin.” Neyse aradan birkaç gün geçti. Gazete odasında haber yazıyorum, kapı açıldı, karşımda yakışıklı bir adam. “Aydın Yakut” dedi. Oturun birer çay içelim dedim. Çaylarımızı içtikten sonra ayrıldı. Bir başka edebiyat matinesinde Atilla İlhan jürideydi. Aydın Yakut’ta geldi. Bir ara verdikten sonra Aydın Yakut’u yanıma alarak Atilla İlhan’a götürdüm. “Abi, işte Aydın Yakut” dedim. Atilla İlhan’ın ona söylediği şu söz hala hatırımdadır; “kardeşim, sen bundan sonra Atilla İlhan’ı okuma!”, farkına varmış etkileşim var, tavır var. “Sen kendin iyi şairsin. Hafta sonunda imzanı görüyorum, sakın bir daha oralarda imzanı görmeyeceğim. Adın haftasonu şairine çıkar, ciddi edebiyat otoritelerinin yanında yer bulamazsın.” dedi Aydın Yakut’a. Bu durum ustanın el vermesi durumudur.
∂ Son bir soru sormak istiyorum, eşinizde Türk Halk Müziğinin önemli bir sanatçısı. Türkiye’nin ve TRT’nin bağlama çalıp türkü okuyan ilk sanatçısı Kıymet Unutma Şenli. Nasıl tanıştınız bu güzel insanla?
- Alsancak, Mustafabey Caddesinde Reyhan Pastanesi diye bir yer vardı. Bu pastanenin asma katında İlham Gencer program yapıyormuş. Bir akşam Ali Rıza Avni, gazeteci Özdemir Özer, Tenor Ender Arıman üçü davetlilermiş. Özdemir Özer bana telefon etti. ‘Akşam saat 8 gibi Reyhan’da olacağız oraya gel.’ dedi. Gittim. İlhami bey piyanonun yanında bir içki masası hazırlatmış, tanıştık. Konu Agora Meyhanesi olunca, ‘Ben piyano çalarken arada seni çağıracağım sen de şiirler okuyacaksın’ dedi. Kabul ettim, şiirler okudum. Ara verdi, ‘Şu fotoğraf makinanı al da gel. Sana bir sürpriz yapacağım.” dedi. Masama oturdum, İlham Gencer’den bir anons: “Aramızda, sesi ve sazıyla Anadolu türküleri çalıp çığıran çok cici bir kızımız var; Kıymet Unutma” dedi. İzmir sanat çevresinin yüzde 90’ını bildiğim için, bu kim ki diye soruyorum kendi kendime. Benim kafamdaki imaj bu işte Alsancak sosyetesinden bir iki türkü çalıp söylemesini öğrenmiş bir genç kız. Baktım merdivenlerden sazı boyundan büyük bir ufaklık çıkıyor. ‘Elif dedim be dedim aman, kız ben sana ne dedim’ diye bir başladı. Allah Allah bu nerden çıktı?, kadife bir ses falan. Üç beş türkü çaldı söyledi. Oturdu yanında annesi, babası. Ben aldım kadehi gittim yanlarına. Dedim, ‘Ne güzel bir kız yetiştirmişsiniz, kutlarım sizi.’ Babası, ‘Biz sanatkarları çok severiz’ dedi ve kartını verdi bana.
Bu olaydan üç beş gün sonra Şadan’la (Gökova) Basmane de kafayı çekiyoruz. ‘Ya’ dedim Şadan, ‘Geçenlerde bir aile ile tanıştım. Kızları böyle böyle çalıp söylüyor. Galiba Kordon’da bunların evleri, kartı da var bende. Hadi kalkıp onlara gidelim.’ Gittik. 4.katta oturuyorlar. Şadan’ı tanıttım, ondan sonra da tuttuğum şair takımını bunlara götürüyorum. Bir de, viski hem çok pahalı hem de yok. Bunlarda viski var. Hemen tezgah kuruluyor. Çerezler, viskiler… Kıymet çalıyor, söylüyor.
Bir gün Kıymet’i anne babasıyla birlikte Akhisar’a anne, babamın yanına götürdüm. Orda tanıştılar ailelerimiz. Sonra, annemler İzmir’de bulunan dayımın yanına sık sık gelirlerdi. Yine bir gelişlerinde babam, ‘Ali beylere götür bizi oğlum’ dedi. Telefon ettim babasına, ‘Bu akşam bir maniniz yoksa size geleceğiz’, dedim. ‘Buyurun gelin’ dedi. Annem, babam, gazeteci Vedat Sivri diye bir abimiz var, onu da alıp gittik. Lozan Pastanesi’nden bir şeyler alındı, çikolata gibi. İlk defa gidilen bir eve olur dedim. Sonra annem, ‘Oğlum buralarda çiçekçi yok mu?’ diye sordu. Çiçekçi de bulduk. Çiçek de aldık, iyi o da olur diye düşünüyorum. Bizi izzet-i ikbal ile karşıladılar, oturduk. Babamdan bir laf; ‘Allah’ın izni peygamberin kavli ile…’. Kıymet’i istediler bana. Nasıl şoke oldum ama… Anneme de babama da söylemediğimi bırakmadım. Çünkü ben bu eve bir ağbileri gibi girip çıkıyorum. Ya ben evlenecek olsam kızı ben kendim isterim, size ne oluyor!. Ben o ailenin yüzüne nasıl bakarım şimdi? Demezler mi, Onur bizim kıza göz dikmiş? Zaten onlarda işte nasipse… Kısmetse olur diye baştan savdılar. Benim evliliğe niyetim yok. İlk eşimden zılgıtı yemişim, boşanmışım.
Sonra ikinci bir haltlar etti, evlenelim dedik, evlendik. Fena da olmadı. Karıcığım benim medar-ı iftiharımdır.
Efendim bize zamanınızı ayırdığınız için çok teşekkür ediyorum. Sağolun.
-Ben teşekkür ederim.
İbrahim TIĞ
Yorum yazarak Anayurt Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Anayurt Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Anayurt Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Anayurt Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak Anayurt Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Anayurt Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Anayurt Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Anayurt Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.