Katip Çelebi’nin Mizan adlı eserinde anlatılır: “Osmanlı’da başından başlayarak Sultan Süleyman Han (Kanuni) zamanına kadar hikmet (felsefe, akıl bilimleri) ile şeriat ilimlerini bilen bilginler ün salmışlardı”. Fatih bunu kurduğu “ sekiz medreseler” in vakfiyesinde yasalaştırmıştı. Sonra gelenler (Kanuni zamanında) “bunlar felsefiyattır” diyerek yasakladılar. Böylece Osmanlı ülkesinde ilim bitti. “Göklerin ve yerin yasalarına, Allah’ın yarattıklarına, ölümlerinin yakın olduğuna bakmadılar mı (Araf 7:185) sözü kulaklarına girmedi. Yere, göklere bakmayı öküz gibi göz ile bakmak sandılar.”
Katip Çelebi “Keşfü’z Zünun adlı eserinde de bu durumun çöküş vakti”ni getirdiğini İbni Haldun’un anlattıkları ile bağdaştırarak ortaya koyar.
Yani, Osmanlı’nın çöküşü felsefenin yasaklanması ve bilimlerden uzaklaşma ile başlamıştır.
Ne yazık ki orta öğretimde okuduğu saçma sapan gerekçelere saplananlarımız bu gerçeği bir türlü kavrayamıyorlar.
Bu bataklığa nereden girdiğimizi bir türlü anlayamadığımız için çıkış yerini bulamıyoruz. Çıkış yeri yeniden akıl ve bilim yoluna girmektir. Öncelikle de, akıl ve bilim yolundan gerçeği araştıranların yazdıklarını okumaktır. Hangi yaşta olurlarsa olsunlar bütün okuyucularıma sürekli kimi kitapları ve yazarları salıp veriyorum. Bu yazıda da bunu yapacağım.
Değerli okuyucum!
Eğer bugüne dek okumadıysanız İgor ve Grichka iki kardeşlerin, Mıçhıo Kaku’nun, Stephen Hawking’in eserlerini bulup okuyun.
Araf Suresi 185. Ayetinin buyruğuna uymak ancak böyle olur. Gelin dilerseniz göklere öküz gibi bakmayanlardan Carl Sagan’ın bir kitabı’nı birlikte okuyalım: Okuyalım da “ne dediyse onaylayalım mı?” değil elbette Sagan’ın kendisi bunu istemiyor. Anlayalım ve gerekiyorsa sorgulayalım.
Şanslıyım ki, Gifford Konferansları dizisinde, her bir konferans arasında soru sorma süresi tanındığından bu sayede benim en göze batan yanlışlarımın yüzüme vurulması imkanı doğmaktadır. Bu oturumlardaki fikir alışverişlerimizin canlılığından gerçekten memnuniyet duydum Thomas Carlyle, “Tapmanın temelinde hayranlık yatar” diyor. Einstein, “Kozmik alanın sebep olduğu dinsel duyguların bilimsel araştırma için en güçlü ve en soylu motivasyonu oluşturduğu kanısındayım” diyor.
2004 yılında Hubble Uzay Teleskopu gökyüzünün küçük bir bölümüne gözünü dikti (dolunayın onda birlik bir bölümü kadar) On bir gün süreyle aynı bölgeye yaklaşık on bin galaksinin bu görüntüsünü almak için baktı. En uzak galaksilerden, Hubble’nin merceğine ulaşan ışık yaklaşık on üç milyar yıllık ulaşan bir ışıktır.
Bilim, gökyüzü gecesinin küçücük bir bölümünün perdesini aralıyor ve orda on bin galaksinin saklandığını görüyor. Orada evrenin nice öyküleri, nice varoluş yolu yatıyor. Hepsi de bizim için boş, küçücük bir gökyüzü parçacığının içinde bulunuyor. Evrenin büyük bir bölümünde değil küçük bir bölümünde bir şey vardır, bir şey bulunması istisna olup büyük bölümü hiçbir şeysizdir. O karanlık olağandır: ışık nadirdir.
Fakat unutmamalıyız ki evren hemen hemen tamamen ve delinemez bir karanlıktır ve serpiştirilmiş ışık kaynakları olan yıldızları yaratmak ya da denetimimize almak bugün ki becerilerimizin çok ötesindedir. Gerek fiilen gerek benzetme olarak dile getirdiğimiz karanlığın üstünlüğünü, girişeceğimiz yolculuktan önce, göz önünde bulundurmak iyi olur.
Dinlerin birçoğu, Tanrılarının heykellerini çok kocaman yapmaya teşebbüs etmişlerdir ve bu teşebbüsün ardındaki fikir, sanırım biz insanlara, kendimizi küçük hissettirmektir. Eğer hedefleri buysa değersiz ikonalar onların olsun. Kendimizi küçük hissetmek için başımızı kaldırıp gökyüzüne bakmaktan başka bir şeye gerek yok. Edward Young on sekizinci yüz yılda “inançsız bir astronom delidir” demiş bu sözden hareketle deli sayılmak riskine karşı ibadet etmeliyiz. Ama “ne”ye ibadet?
Paine, “Yer-merkezli bir tanrıbilim sahibiyiz ve uzayın minicik bir bölgesini içeriyor,” diyor. “Biraz geriye adım atıp komik perspektifi genişletirsek, onun bir kısmı çok küçük görünür mukayeseli olarak. Batı’nın Tanrı bilimi bana göre şöyle bir genel sorunla karşı karşıyadır: Batı ilahiyatının sunduğu Tanrı portresi çok küçüktür: minicik bir dünyanın tanrısıdır, bir galaksi tanrısı değildir, hele evrenin tanrısı hiç değil”
Yorum yazarak Anayurt Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Anayurt Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Anayurt Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Anayurt Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak Anayurt Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Anayurt Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Anayurt Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Anayurt Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.